Çocuklara Birşey Öğretememenin En Kolay Yolu: Dayak!


Önce uzlaşalım, dayak cennetten çıkmamıştır, kızını dövmeyen dizini dövecek diye bir kural yok, öğretmenin vurduğu yerde de gül mül bitmez.. Bunları söyleyip yıllarca 'dayaksever'lere mazeret üreten atalarımız da halt etmişler. Eğer bir çocuğunuz varsa, onun sağlıklı, kendine güvenen bir birey olmasını istemiyorsanız, amacınız hem ufaklığın hayatını hem de kendi hayatınızı çekilmez hale getirmekse o zaman bu mazeretlere sarılın. Çünkü bir çocuğu eğitememenin, hiçbir şey öğretememenin en kolay yoludur dayak..
Dayak nedir?
Fiziksel bir şiddet. Evire çevire pataklamak girmez sadece bu tanımın içine, bir tokat, popoya bir şaplak, kola bir çimdik. Hepsi çocuğun fiziksel bütünlüğüne bir müdahaledir. Tamam çocuk sizin çocuğunuz, ama sizden ayrı bir birey ve kendi bedeni üzerinde hakları var. Eğer dayak atıyorsanız öncelikle çocuğunuzun kişisel haklarına saldırıyorsunuz demektir.
Dayağın tanımını yaptığımıza göre gelelim şimdi sizi dayak atacak noktaya getirecek durumların ne olduğunu bulmaya. Ufaklıklar bazen gerçekten bir sabır testi haline dönüşebiliyor. Yapma dediğinizi sadece inat için gözlerinizin içine baka baka ve hatta gülerek yaptığı olmuştur mutlaka. Ya da tüm uyarılarınıza rağmen kendisini tehlikeye atıyor olabilir. İşte bu anlarda önünüzde iki tercih var. Ya çocuğunuzu yakalar şöyle bir iki pataklar, o an için davranışı durdurur ve fiziksel olarak rahatlarsınız ya da kendinizi kontrol etmeyi başarır vurmak yerine başka bir yol bulursunuz. Gelin bu iki tercih arasındaki farkı günlük hayatta yaşanması muhtemel bir olay üzerinden hem anne hem de çocuğun gözünden bulalım..

Bizim hikayemizdeki ufaklığın adı, Zeynep olsun. Zeynep 2-2 buçuk yaşlarında. Yani tam da kişiliğini bulma, anne babasından ayrı bir birey olduğunu kanıtlama çabasında. Bu aralar olur olmaz her şeye sürekli inat ediyor. Ne yiyeceğinden tutun da, sokağa çıkarken giyeceği ayakkabıya kadar her konuda işi kendini yerlere atıp ağlamaya getiriyor. Ne istediğini bilmez bir halde aslında. Eskiden oynamayı sevdiği oyuncağını şimdi öfkeyle yerden yere vuruyor. Sanki sürekli huzursuz. 
Zeynep’in annesi ise çalışan bir anne. Sabah gidip akşam geliyor, eşi de öyle pek halden anlayan yardım için çırpınan bir koca/baba değil. İş dönüşü yemek hazırlamak sofra kurmak, kaldırmak, Zeynep’i yatırmak annenin görevi. Haftasonları da evin diğer işleriyle uğraşıyor. Kendine pek zaman ayırabildiğini söyleyemeyiz.

Günlerden pazar. Zeynep’in annesi o haftasonu işle ilgili bir dosya üzerinde çalışmak zorundaydı ama nihayet bitirdi. Şimdi biraz dinlenebilir. Kendine bir kahve yaptı. Zeynep de salonda televizyon karşısında çünkü bugün annesiyle her oynamak istediğinde annesi çalıştığı için onu televizyona yönlendirdi. Kapı çaldı. Anne kahveyi sehpanın üzerine bırakıp kapıyı açtı. Salona döndüğünde ise Zeynep’i fincanın içindeki kahveyi çalıştığı dosyanın üzerine dökerken buldu. “Yapma” diye bağırdı ama yetişip elinden alıncaya kadar küçük kız gözlerinin içine bakarak bütün bardağı boşalttı.
Bu noktadan sonra iki farklı senaryomuz var..

İlki..
Zeynep’in annesi bardağı küçük kızının elinden alır, o kadar sinirli ve çaresizdir ki, dayanamaz kızına
-ama sadece poposuna- birkaç tane vurur. Bir yandan da bağırır. “Sen ne yaptın, bütün emeklerimi mahvettin, ben şimdi ne yapacağım, başımın belası, ne biçim bir çocuk oldun  böyle”. Dayak yiyen Zeynep de salonun ortasında kendini yere atıp avazı çıktığınca ağlamaya başlar. Annesi bir yandan dosyayı temizlemeye çalışır bir yandan ağlamayı kesmesi için kızına bağırır.

Çoğumuz kendimizi böyle bir durumda o annenin yerine koyabiliyoruz değil mi. Bir eksik ya da bir fazla. Ama acaba tüm bunlar yaşanırken, Zeynep’in aklından neler geçiyor?
Bir kere bu örnekte birden çok yanlış var. Evin sorunluluğunu tek başına yüklenmeye çalışan üstelik de çocuğu iki yaş sendromu yaşayan bir çalışan anne. Sabırlı olması güç. İlgi isteyen küçük kızına ayıracak zamanı ya yok ya çok sınırlı. İletişimde ve sevgide doyuma ulaşmamış bir çocuk. Bu nedenle  “kızmak” da olsa annesinden bir tepki almak ilgi çekmek için istenmeyen davranışları tekrarlıyor. Neyse konunun dışına çıkıyoruz. Gelelim Zeynep’in dayak ve sonrasında aklından geçenlere, aldığı mesajlara..

1.Bu dosya annemle oynamamı engelledi.
2.Eğer bu dosyayı ortadan kaldırırsam annem bana kalır.
3.Acaba bu bardaktakini onun üstüne döksem annem ne yapar?
4.Bak annem benimle ilgilenmeye başladı, yapma dedi, yaparsam ilgilenmeye devam eder.

5.Bana vurdu,canım acıdı,öfkeliyim.

Çocukların dayak yedikten sonra uzun uzun ağlamalarının sebebi sadece canlarının acımasıdan mı sanıyorsunuz? Hayır. Onlar tam olarak anlamlandıramasalar da, hakarete uğradıkları, gururları incindiği için o kadar içten ağlıyorlar. Biraz sakinleştikten sonra da tıpkı bizler gibi durum değerlendirmesi yapmaya başlıyorlar.

-Bunu bir daha annem ya da babam buradayken yapmamalıyım.
Bakın “bunu bir daha yapmamalıyım” demiyorum. “Annem ya da babam buradayken yapmamalıyım" diyorum. İşte çocuğun dayakla aldığı tek mesaj budur. Çünkü yaptığının gerçekte yanlış olup olmadığını bile anlamamıştır aslında. Tek bildiği bu davranışın anne ya da babasını sinirlendirdiğidir. Dolayısıyla çocukta bir iç kontrol mekanizması oluşmaz. O hatalı davranışı bir daha tekrarlamaması gerektiğini içselleştirmez. Yani siz ortalarda olmadığınız bir anda mutlaka ama mutlaka tekrar yapacak. Eğer bu onu tehlikeye atacak bir davranışsa ne yapacaksınız? Örneğin ocakla oynarken yakalayıp haddini bildirdiniz. Her an bunu tekrar denememesi için miniğinizin yanında olabilecek misiniz?

-Yaptım cezamı da çektim.
İşte dayak atmanıza rağmen aynı hataları tekrarlayan çocukların (ki çoğu insan dayak arsızı der bu çocuklara) zihninden geçen bu. Çocuğun yaptığı hata hakkında düşünmeye, vicdan muhasebesi yapmaya, doğru yolu bulmaya çalışmak için hiçbir sebebi yok. Ben hata yaptım, cezamı çektim hesap  kapandı diye düşünecek sadece. Yani öğrenmeyecek.

-Demek ki biri istemediğim bir şey yaparsa ona vurabilirim.
Şiddet öğrenilir. Ve ne yazık ki çabuk öğrenilir. Siz bir şeyler öğretmek için çocuğunuza vurduğunuzda ufak bir şaplak bile olsa, o vurmanın bir iletişim yolu olduğunu öğrenecektir. Sürekli dayak yiyen çocuklarsa önce yaşıtlarına vurarak istediklerini yaptırmaya çalışır (bu arada dövemeyeceklerinin yayında isteklerini açıklamaktan korkar,çekinir) sonra büyür anne olduğunda çocuklarını döver, baba olduğunda hem çocuklarına hem de eşine şiddet uygulayabilir. Bu bir kısır döngü. Nesilden nesile kirli bir miras haline gelir sonunda da. Çünkü her dayak, insanın içine ileride ortaya çıkmak üzere bir intikam duygusu bırakır. Küçük bir çocukta bile.

Bir de annenin içinden geçenlere bakalım.
İlk öfke nöbetinin ardından karşısındakinin onun iş hayatını mahvetmek isteyen bir düşman değil, sadece yaramazlık yapmış küçük bir çocuk, üstelik de kendi kızı olduğunu anlayan Zeynep'in annesi bu kez pişmanlık duymaya başlar. Çoğu zaman çok da yüz vermek istemediğinden ufak ufak yaklaşmaya çalışır kuzusuna; “aman be yavrum ne yaptın bak gördün mü, nası da üzdün beni, gel bakayım acıyor mu bir yerin, aman artık olan oldu gel parka gidelim hadi”

İki dakika önce çocuğuna vuran anne, şimdi onu ödüllendirip gönlünü almak derdinde. Alın size muhteşem bir tutarsız tavır örneği.
Bu tablo dışarıdan bakınca hiçbirimizi memnun etmedi değil mi, gelin o zaman başa saralım filmi, hem de en başa. Yani kriz noktasından da önceye, o krizin ortaya çıkmasını engelleyerek.

1.Zeynep’in annesinin o haftasonu üzerinde çalışması gereken bir dosya var. Ama evde hafta boyunca onu özleyen bir de küçük kızı var. Çalışmaya başlamadan önce ufaklığa ayıracağı sadece yarım saattik kaliteli bir zaman çocuğun çok daha huzurlu olmasını sağlar. Böylece ufaklık da istenmeyen bir davranışla annesinin dikkatini çekmek zorunda hissetmez kendini.
2. Çocuğu olan anne babalar için çok basit bir tedbir. Eğer gerçekten çok önemli bir şey varsa onu çocukların ulaşamayacakları yerde tutun. Bu evi bir kurtarılmış bölge anlamına getirin demek değil. Elbet ufaklıklar da bazı şeylere dokunup bazı şeylere el sürmemeleri gerektiğini öğrenecek . Ama karşınızdaki bir çocuk bunu hiçbir zaman unutmayın. Çocuk olmak demek aslında hata yapa yapa öğrenmek demek. Kıymetli bir yüzüğünüzü çıkarıp sehpanın üzerinde öylece bırakmayın örneğin, eğer ufaklık onu camdan atarsa sizin de payınız olur bu hatada.

3.Ne siz mükemmel anne baba olabilirsiniz, ne ufaklık mükemmel çocuk. İşte o yüzden kriz anları için hazırlıklı olun. Gerçekten sabrınızın taştığı anda, uzaklaşmak en iyisidir. Herhangi bir adım atmadan önce, nefes almak, mola vermek sonradan pişmanlık duyacağınız şeyleri yapmanızı engeller. Sinir katsayınızın tavan yaptığı o anı atlattıktan sonra zaten mantıklı düşünmeye başlarsınız.
 “Bazen gözüm dönüyor, dayanamıyorum” diyen anne babaları anlamıyorum. İnsanın bazen patronuna da sabrı taşıyor, iki yumruk çakabiliyor musunuz o anda? Ya da küçük bir tokat, çok acıtmadan. Hayır değil mi? Neden çünkü kendinizi tutmanız gerekiyor, sonuçları ağır olabilir. Size karşılık verebilir, işten atabilir.
Ama söz konusu sizin çocuğunuz olduğunda böyle bir otokontrole gerek yok öyle mi? Çünkü ne karşılık verebilir ne de sizi anne babalıktan atabilir. Olmaz. Bunun bir çifte standart olduğunu farkındasınız değil mi. Ve emin olun, sizin çocuğunuz, patronunuzdan, sabır taşıran akrabalarınızdan, sizi çıldırtan arkadaşlarınızdan çok daha değerli. En az onlar kadar saygıyı hak ediyor…Hatta çok daha fazlasını..



Psikolog Irmak Gürcan KERİMOĞLU

Ankara/2012

  





   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder